6 Eylül 2011 Salı

Açıyorum,kapıyorum, ben bunu yaz sonuna kadar yapıyorum.

Hafta sonu tatilini bitiriyorum, Salı sendromu ile başbaşa kalıyorum. Aslında Pazartesi sendromu var ancak ben o sendroma yakalanmamak için Pazartesi'yi de tatile ekleyince Salı otomatik olarak bünyede böyle bir algılama yaratıyor. Sabrediyorum, şurda Perşembe akşamına ne kaldı:=) Yaz başlayınca kendimi İran'da sanarak Cuma'yı resmi tatil ilan etmeye karar verdim. Arkasına Cumartesi ve Pazar gelince 3 günlük bir tatile kavuşuyordum. Bizim şirket yıllık izini öyle zart diye bir kerede kullandırmaz. Toplu izin heba olur gider. Ben de haftada 2 gün izin alarak yıllık izini bitirmeye çalışıyorum. 3 gün çalış 4 gün yat.

Bütün emekçilerin yaşaması gereken hayat biçimi. Haftada 5-6 gün çalıştırıp sırtımızdan milyarlar kazanıyorlar.3 gün çalışıp 4 gün dinlenelim, ayrıca yıllık iznimiz de olsun. Ne yani çok mu şey istiyorum? Bu arada "olmaz len öyle şey" diyenlerin içinde de gizli kapitalist patron duygusu yatmaktadır buna emin olabilirsiniz. Eğer gizli veya açık kapitalist patron ruhum yok diyorsanız çok pis alıştırılmışsınız diyeceğim. İnsan bu düşünceye nasıl alıştırılabilir ki? Zaten düşündükçe sinirleniyorum. Eşşek gibi çalışıp ancak saman ve barakaya sahip oluyorsun. Ama çiftlik sahibi bir yandan kazanıp bir yandan daha az ot nasıl versem derdinde. Artık çok yoruldum biraz yatayım desen olmaz, derebeyi de çiftlik sahibi ile anlaşmış, mezara kadar çalış diyor.

Uan, bunca insan bu dünyaya, sizi zengin etmeye mi geliyor? Bunu söylersen de sana servet düşmanı diyorlar. Asıl servet düşmanı onlar, hayatımızın en güzel yıllarının en güzel zamanlarını elimizden çalıyorlar bu bir servet değil mi? Çocukluk ve gençlik zaten okul denen belâ yerde geçiyor, orta yaş başlangıcında işe başlıyorsun ve en güzel geçmesi gereken zamanların yollarda, işyerlerinde geçiyor. 60 yaş sonrası emeklilik, al başına çal. O yaştan sonra posam çıkmış, ne yapayım ben emeklemeyi. Hem emekli olsan seni keyfince emekletecekler mi? Yunanistan'da kriz oldu ilk iş emekli maaşlarını kesti şerefsizler, sanki emekliler batırdı Yunanı.

Bizde durum farklı mı? Emekli ol çalışmaya devam. Adamın bir tanesi bizdekileri Süper emekli edeceğim bana para verin dedi, normal emekleyecekler banker Özal'a parayı kaptırdı süper olalım diye. Banker Özal bunlara pelerin taktı ama alttan donu aldı farkedemediler.

Can baba'nın bir şiiri var orada der ki: sabah 09.00, akşam 18.00. sonra başka mecburiyetler. sıkışıp kaldık. sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karşılığı bir ömür yani. ne saçma.” Bence de ne saçma.

Aklıma geldi bari şiirinin tamamını aşağıya yazayım. Son olarak Can yücel'in mezarına şarap dökerek hedef gösteren ve bu hedefi görerek mezar taşını kıranların hepsine Boris Vian gibi sesleniyorum:" Mezarlarınıza tüküreyim"

İşte Can Baba'nın şiiri

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,öbür yanımız “otur” diyor.“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…Borçlara girmeler…İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.Ölüme inat tutunmak lazım,İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18,Sonra başka mecburiyetler,Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama, Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,Ama olsun…
İstemek de güzel.

1 yorum:

coffeé dedi ki...

benim de "gittiğim olmadı hiç, ama olsun.... istemek de güzel."